DOLAR

40,4222$% 0.09

EURO

47,3295% 0.12

STERLİN

54,5512£% -0.01

GRAM ALTIN

4.403,98%-0,16

ONS

3.388,88%-0,24

BİST100

10.660,76%0,42

Güneş Vakti a 13:16
Antalya AÇIK 30°
  • Adana
  • Adıyaman
  • Afyonkarahisar
  • Ağrı
  • Amasya
  • Ankara
  • Antalya
  • Artvin
  • Aydın
  • Balıkesir
  • Bilecik
  • Bingöl
  • Bitlis
  • Bolu
  • Burdur
  • Bursa
  • Çanakkale
  • Çankırı
  • Çorum
  • Denizli
  • Diyarbakır
  • Edirne
  • Elazığ
  • Erzincan
  • Erzurum
  • Eskişehir
  • Gaziantep
  • Giresun
  • Gümüşhane
  • Hakkâri
  • Hatay
  • Isparta
  • Mersin
  • istanbul
  • izmir
  • Kars
  • Kastamonu
  • Kayseri
  • Kırklareli
  • Kırşehir
  • Kocaeli
  • Konya
  • Kütahya
  • Malatya
  • Manisa
  • Kahramanmaraş
  • Mardin
  • Muğla
  • Muş
  • Nevşehir
  • Niğde
  • Ordu
  • Rize
  • Sakarya
  • Samsun
  • Siirt
  • Sinop
  • Sivas
  • Tekirdağ
  • Tokat
  • Trabzon
  • Tunceli
  • Şanlıurfa
  • Uşak
  • Van
  • Yozgat
  • Zonguldak
  • Aksaray
  • Bayburt
  • Karaman
  • Kırıkkale
  • Batman
  • Şırnak
  • Bartın
  • Ardahan
  • Iğdır
  • Yalova
  • Karabük
  • Kilis
  • Osmaniye
  • Düzce
a

DASEİN’DEN PSİKOTERAPİYE VAROLUŞÇULUK ÜZERİNE BİR İNCELEME

ad826x90
ad826x90
ad826x90

DASEİN’DEN PSİKOTERAPİYE VAROLUŞÇULUK ÜZERİNE BİR İNCELEME
1.GİRİŞ
Bu yazı, varoluşçuluğun psikolojiyle ilişkisini, Heidegger’in varlık anlayışını ve varoluşçu terapinin temel ilkelerini daha net bir şekilde ortaya koymaya çalışacaktır:
‘‘Bir insanın kusursuzluğu, kendi kusurlarını keşfetmesidir.’’
Saint AUGUSTİNE
Varoluşçuluk, insanın varoluşunu hareket noktası olarak kabul ederken varlık sorununu ele alır. Diğer taraftan, varoluşçuluk, bu kişinin dünya içindeki pozisyonunu, başkaları ve toplum karşısındaki yerini ve değerini anlamaya çalışan, onun yaptıklarını, eyleme geçirdiklerini, davranışlarının temelindeki sorumluluğunu, bu bilme yetisini etik ve değer çerçevesinde sunmaya çalışan felsefe düşüncesidir. Psikoloji de bu varoluşsal sorunları sistematikleştirerek bilimsel açıklamalarla insan davranışlarına varoluşsal problemleri kendi yöntemleriyle atfeden, bu problemleri anlamlandırmaya çalışan, bunları yaparken de felsefe ve sosyoloji gibi sosyal bilimlerden yararlanan alandır. Şüphesiz, varoluşçu terapi dinamik ve dönüşüm süreci içinde olan bir alandır.

ad826x90

2.Varoluşçuluk, Heidegger ve Psikoloji: Varoluşsal Terapi Üzerine Bir İnceleme
Varoluşçuluk, insanın varoluşunu merkezine alan bir felsefi yaklaşımdır. İnsan varlığının anlamını ve bireyin dünyadaki yerini anlamaya yönelik bir sorgulama süreci olarak tanımlanabilir. Varoluşçuluk, insanın kendisini ve çevresini nasıl deneyimlediğini, eylemlerinin temelindeki sorumluluğu nasıl taşıdığını, toplumla ilişkisini nasıl kurduğunu ve nihayetinde yaşamın anlamını kendilik arayışını konu edinir. Bu felsefi düşünce, bireyin özgürlüğü, sorumluluğu ve ölümün farkındalığı gibi temel varoluşsal temalar etrafında şekillenir. Varoluşçu terapi ise, bireyin bu varoluşsal soruları sorgulayarak kendini daha iyi anlaması ve yaşadığı dünya ile uyum içinde olabilmesi amacıyla kullanılan bir psikoterapi yaklaşımıdır. Kuşkusuz ki felsefe de psikoloji de insanı anlamaya ve insanın kendini yaratma farkındalığını edinmesi üzerine çalışırlar. Davranışlarının altında yatan nedenleri kavramak isterler. Bunları yaparken, yöntemleri farklı olmasına rağmen yöntemleri sınanabilirdir. Varoluşçu filozofların, genel itibarıyla sordukları sorular, insanların kendilerine gün içinde ve gece yatmadan önce sordukları fakat cevap alamadıkları sorulardır. Bu sorulardan bazıları; Hayatın bir anlamı var mıdır? Nasıl davranmalıyım ve insanlarla ilişkilerimde nasıl bir yol izlemeliyim? Öldükten sonra ne olacak gibi sorulardır. Bu sorular, insanoğlunun yaşamı boyunca merak ettiği ama tatmin edici bir cevap alamadığı sorulardır. Varoluşçu terapi de anlama yönelik bir sorgulamadır. Varoluş felsefesin de varoluşçuların da birleştiği nokta varlık’ın özden önce geldiğidir. Var olduğumuz gerçeği, ne olduğumuzu anlamaktan daha temel bir gerçekliktir. Bir şeyin tanımını yapabilmek için önce o şeyin var olması gerekir. Var oluruz ve kendimizi sonra tanımlarız. Sürekli olarak değişiriz ve dinamik bir yapıya sahibiz ne olduğumuz, bulunduğumuz yer, yanında olduğumuz kişiler, o anki ruhsal durumumuza göre değişiklik gösterebilir. Sürekli olarak bir sirkülasyon içindeyizdir ve etkileşim kurarız.
Bu çalışmada ‘varoluşçu felsefenin, Heidegger’e de atıflarda bulunarak, psikolojiye etkilerinden bahsedeceğim’. Bir nevi varoluşçu felsefenin varoluşsal terapi ve psikolojiyle olan bağlantısından, psikolojiyi nasıl etkilediğinden söz edeceğim. İlk olarak varoluşçuluğun kısa bir tarihçesiyle başlayacak. Daha sonra varoluşçuluk üzerine Heidegger’in görüşlerine değineceğim. Takip eden aşamada ise, varoluşçu felsefenin varoluşsal terapi ve psikolojiyle bağlantısını, varoluşsal terapinin dönemlerini, nasıl yapıldığını, terapi uygulanırken hangi yöntemlerin kullanıldığını açıklayacağım. Bunları yaparken Heidegger’in varlık sorununa uygulamış olduğu psikolojik kavramlar üzerinden de yazımı devam ettireceğim.
Her insan, doğar, büyür, gelişir ve ölür. Kusursuz olan bir insan yoktur. İnsan kusurlarını keşfedip bunların üzerine gittiği sürece kendini gerçekleştirmeye yaklaşır. Varoluşsal sancılar çekiyorum demek aslında kendimi arıyorum, aitlik hissetmek istiyorum demekle eş değerdir. İnsan ait hissetmediği bir yerde boşluktaymışcasına savrulur oradan oraya. Öncelikle, varolan insan, özgürce kendini seçer ve bu yapılan seçimlerin sorumluluğunu alarak özüne ulaşır. Heidegger insanı bilen bir varlık olarak görmemiş, kaderiyle yüzleşmesi gereken, varlığıyla ilgili kaygılara sahip bir varlık olarak ele almıştır. İnsan, varlığı anlamaya çalışması, varlıkla ilgili kaygılanması yani ‘orada olma’ anlamına gelecek olan Dasein olması bakımından varlığın anlamını verir. Varoluşsal terapi açısından bakıldığında, ‘orada olmalık’ duygusu aitlik hissi vererek bir dünyaya sahip olma amacını taşır. Varoluşçu terapiyle, Heidegger’in düşüncelerini birleştiren nokta, iki düşüncede de, tanımlamayı ve sınırlamayı reddetmiş olmasıdır. Dünyayı anlamaya çalışmak isteyen bir insan tasarımı elde edilirken, bu insanın düşünce yapısındaki değişiklikler anlaşılmaya, dünyaya hangi perspektiften baktığı kavramaya çalışılır. İnsan dediğimiz karmaşık varlık, genel anlamda bütün sosyal bilimler tarafından incelenmeye çalışılır. Ancak bu inceleme sırasında her bilim farklı metodlara başvurur ve farklı bir araştırma seyri izler. Felsefe ve psikolojiyi birleştirmek istememin nedeni hem kendi akademik kariyerim açısından istediğim yoldan devam etmek hem de bu iki bilimin insanı tanımlayabilecek, kendini bulmaya yaklaştırabilecek, davranışlarının temelini anlamlandırabilecek iki ana bilim olmasıdır.
“Varoluşçuluk, Dasein, yani “orada olan” kavramını felsefesinin başına koyar. Orada olmak doğrudan bir varoluştur. İnsan ve içinde bulunulan dünya bir bütündür. Özne ve nesne bütündür. Bu yüzden, insan davranışlarını açıklamanın yerine, içinde bulunulan anda, o “anın” içinde yaşananları anlamak, varoluşçu psikolojik danışmanın temel dayanak ilkesi olmuştur” (http://www.ijtase.net/ojs/index.php/IJTASE/article/view/133/170#). Varoluşçu terapi de, danışanlarla girilen yolda gerçeği aramak düşüncesi, her iki tarafında terapinin gerektirdiği bir takım sorumluluklara bağlılığını ve kendisini vermesini gerektiren felsefi bir arayış projesidir. Danışmaya gelenler genel olarak, insan yaşamı ve özellikle kendi yaşamları açısından çevrelerinde olup biten, insan yaşamını belirleyen zıtlıkları ve çelişkileri kavratacak şekilde terapi uygulamasına girerek cesaretlendirilmektedirler. Varoluşçu terapi, insanda farkındalık duygusunu geliştirecek ve kavrayış yeteneğini destekleyecek çağdaş bir felsefe biçimidir. Bireyi daha iyi bir yaşama yönlendirmeyi amaçlayan varoluşsal terapi, bireyin kalıp yargılarını, beklentilerini, varsayımlarını da göz önünde bulundurarak terapi içinde bireyin de katılımını sağlar. Bu terapi bize, Dünyadaki yerimizi anlamamızı, doğrunun ve gerçeğin çerçevesinde çıkan bulguları değerlendirme sorumluluğu yükler. Sokrates ve Platon da iyiyi ve güzeli insanoğlunun bulması için yardımcı olan düşünürlerdendir. İnsan her zaman gerçeği ve iyiyi arar. Bu arayış daha iyi bir yaşam sürdürmek içindir. Varoluşsal terapi de insanın sorup cevap alamadığı sorulara, psikolojinin ve felsefenin ışığında yardımcı olmaya çalışacak ve iyi bir yaşamın nelerden geçtiğini anlatmaya çalışan felsefi bir disiplindir.

2.1.Varoluşçuluk ve Psikolojinin Ortak Temaları
Varoluşçuluk, insanı özne olarak ele alırken, insanın varlığını, yaşamını ve ölümünü anlamaya yönelik bir sorgulama süreci başlatır. Varoluşçular, insanın varoluşunun özden önce geldiğini savunurlar; yani, insan önce var olur ve sonra kendisini tanımlar. Bu görüş, Heidegger’in Dasein kavramıyla da örtüşür. Dasein, insanın dünyadaki varoluşunun temsili olarak tanımlanır; bir tür “orada-olma” hali olarak anlaşılabilir. Heidegger’e göre, insan yalnızca bir varlık değil, aynı zamanda dünyayı anlamaya çalışan bir varlıktır ve bu çaba, insanı diğer varlıklardan ayırır. Varoluşçu düşünceye göre, insan kendisini sadece varoluşunun farkında olarak tanıyabilir ve anlamlandırabilir.
Psikoloji, varoluşçuluğun etik ve değer odaklı sorgulamalarına benzer bir şekilde, insan davranışlarının arkasındaki temel nedenleri ve insanın kendi varoluşuyla nasıl yüzleştiğini anlamaya çalışır. Ancak psikoloji, bu amaca ulaşmak için farklı yöntemler kullanır. Psikolojik yaklaşımlar, insan davranışlarının bilimsel analizini yaparak, varoluşsal soruları daha sistematik bir şekilde ele alır. Varoluşçu psikoloji, özellikle insanın ölüm, yalnızlık, özgürlük ve anlam arayışı gibi temel kaygıları üzerine yoğunlaşır. Bu kaygılar, insanın bilinçli ve bilinçdışı dünyasında sürekli bir etkileşim içinde olup, onun yaşamını şekillendirir.
2.2. Heidegger’in Varoluş Felsefesi ve Psikolojiye Etkisi
Heidegger’in Dasein kavramı, varoluşçuluğun merkezinde yer alır. Heidegger, insanın varoluşunu anlamaya çalışırken, varlık sorusunun kendisiyle yüzleşmenin önemli olduğunu vurgular. Heidegger’e göre, insan varlıkla ilgili kaygılar taşır ve bu kaygılar, insanın dünyada anlam arayışına yol açar. Varoluş, insanın evrenle ve diğer insanlarla olan ilişkisi üzerinden şekillenir. Bu bakımdan, insanın varoluşsal kaygıları sadece bireysel değil, aynı zamanda toplumsal bir boyut taşır. Heidegger’in varlık anlayışı, insanı toplumsal bir varlık olarak ele alırken, insanın içsel dünyasında var olan boşlukları da vurgular. Bu anlayış, psikolojide varoluşsal terapiyi şekillendiren temel bir kavramdır.
Heidegger’in felsefesi, psikolojiyi de doğrudan etkileyerek, insanın kendini anlama sürecine dair önemli ipuçları sunar. Varoluşçu terapi, bireyin kendi varoluşuyla yüzleşmesini sağlar ve bu yüzleşme, bireyin yaşamındaki anlamı ve amacı sorgulamasına olanak tanır. Heidegger’in kaygı ve ölüm temaları, varoluşçu terapinin de temel taşlarını oluşturur. Psikoterapistler, bu temalar etrafında bireylerin içsel boşluklarını ve kaygılarını ele alır, onlara anlam arayışı ve kişisel sorumluluk duygusu kazandırmaya çalışırlar.
2.3.Varoluşçu Terapi ve Psikolojik Danışma Yöntemleri
Varoluşçu terapi, bireyin varoluşsal sorularla yüzleşmesine olanak tanıyan bir psikoterapi yaklaşımıdır. Bu terapi, bireyi sorunlarının çözümüne yönlendirmekten çok, ona varoluşsal anlamda bir farkındalık kazandırmayı amaçlar. Varoluşçu terapinin temel amacı, danışanın varoluşsal kaygılarını tanımasına, bu kaygılarıyla yüzleşmesine ve onları anlamlı bir şekilde yaşamasına yardımcı olmaktır. Varoluşçu terapist, danışanı bir “hasta” olarak değil, yaşamla ilgili sorularla yüzleşmeye çalışan bir birey olarak ele alır. Bu bağlamda, terapist ile danışan arasındaki ilişki, daha çok bir “düşünme” ve “yüzleşme” süreci olarak şekillenir.
Varoluşçu terapide, danışanın bireysel deneyimleri büyük bir öneme sahiptir. Terapist, danışanın yaşamındaki zorlukları, kaygıları ve anlam arayışını anlamaya çalışırken, her bir danışanın yaşadığı deneyimleri ve bu deneyimlerin nasıl bir anlam taşıdığını sorgular. Bu yaklaşımda, terapist belirli bir teknik ya da yöntemi uygulamaktan ziyade, danışanın içsel dünyasında yer alan duyguları, düşünceleri ve kaygıları anlamak üzerine yoğunlaşır. Terapist, danışanın yaşamını bir bütün olarak anlamaya çalışırken, danışanın varoluşsal kaygılarına ve sorunlarına ışık tutar.
2.4. Varoluşsal Terapi Nasıl Yardım Eder
Psikoterapi bir uzmanlık alanı değildir. Yani bir uzmanlık alanı olsa da olmasa da kesinlikle bir tane değildir. Bir arada bulunması çok zor, tamamıyla farklı varsayımlar ve yöntemlere dayanan, benzeşmeyen yaklaşımlardan oluşan öznel bir alandır. Bazısı türlü uygulamaları kapsayan bir alandır. Halk ağzında bu imaj psikanalizden gelmektedir. Gözünüzde canlandırabilirsiniz. Sessiz bir terapist, hasta kanepede, çocukluğuna dönüyor, rüyalarını yorumluyor, bilinçaltını yüzeye çıkarıyor. Fakat bunlar hep psikoterapinin bir parçasıdır. Ana fikir, düşüncelerimizle, davranışlarımız ve duygularımız arasındaki sıkı bağdır. Bize faydası olmayan düşünce ve davranışlarımızı değiştirerek ruh halleri ve duygularımızı da değiştirebiliriz. Ruh hali ve düşünce günlükleri, davranış deneyleri ve bol ödev gibi birçok farklı teknik kullanılır. Belli sorunların kaynağı olan bütün duygu ve düşünce topluluğunu incelemek yerinde bir yaklaşım olacaktır. Varoluşsal terapistler, teşhis ve tekniklerden uzak durarak her bireyin kendine özgü insan olma tecrübesi-değerler, varsayımlar, dünya görüşleri, kişisel alan- üzerinde dururlar. Mesela Irvin Yalom için, insanların çektikleri ve terapiye getirdikleri sıkıntıların kökü varoluşun getirdiklerindedir- ölüm, özgürlük ve sorumluluk, yalnızlık, anlam arayışı. Varoluşsal psikoterapi de ‘’Benim için varolmak nedir ve nasıldır,’’ tecrübesini anlatabilmek önemlidir. Varoluşçu bir psikoterapist olmak yalnız bir iş olabilir. Özel ofiste çalışmak gittikçe daralan sosyal bir çevreye neden olduğunda kişiyi daha da yalnızlaştırabilir. Varoluşçu Terapist şu konularda farkındalığını genişletir:
• ‘’Danışanın kendi dünyası ve günlük var olma biçimi
• Danışanın diğerleriyle karşılıklı ilşkileri ve onların kendisi üzerindeki etkisi,
• Danışanın değerleri, inançları, varsayımları ve arzuları,
• Terapistin kendi iç dünyası, var olma biçimi, inançları, değerleri, konuşulmayan projeleri de dahil olmak üzere görüşleri ve danışanın potansiyel değişimi ve gelişimi için duyduğu arzuları,
• Danışan ve terapist arasındaki ilişki,
• Terapi sürecinin kendisi
• Süpervizyon seansında, süpervizor ve terapist arasında olup bitenler,
• Bazen, bu süpervizyon ilişkisinin danışan ve terapist arasındaki ilişkiyi, hatta danışanın hayatındaki diğer insanlarla arasındaki ilişkileri(paralel süreçler) nasıl yansıttığı özellikle incelenir. ‘’(İçöz syf63)
Bazı varoluşçu terapistler seansa danışanı odaya buyur ederek bazıları tokalaşarak, bazıları da kısa bir merhaba ile başlar. Önemli olan seansın her defasında benzer bir şekilde başlaması ve böylelikle tutarlılık unsurunun terapi de yerini almasıdır. Böylelikle farklılaşmalar anlaşılması kolay ve anlamlı hale gelecek ve böylelikle ortaya çıkan herhangi bir anlaşmazlık veya çatışma konuşulabilecek ve anlaşılabilecektir. Her ne kadar varoluşçu psikoterapilerde belli bir teknik veya müdahale saptanmamış olsa da, kullanılan tüm müdahale biçimleri danışanın temel otonomisinin varlığını kabul eden fenomenolojinin ilkeleri ile tutarlı olmalıdır. Her terapötik ilişkinin kendine özgü bağlamı, uygun profesyonel ve etik çerçevelerle birleşerek, varoluşçu terapistin o süreç için tutarlılık göstereceği ilke ve sınırlara dönüşecektir. Günlük veya belli bir süreç içinde yaptığımız her şey, varoluşun getirdiklerine ve sınırlarına atıfta bulunur veya her yaptığımızda varoluşun getirdiklerinin ve sınırlarının yankısını bulabiliriz. Sınırlar için ele alırsak, hayatlarınızın fiziksel sınırları doğum ve ölümdür. Bu sınırlar hayatımızı belirlerler ve onların yaratıkları gerilim yıkıcı olmak yerine yaratıcı olabilir. İnsan varoluşunun en büyük kendini bulma sürecinden biri de diğer insanların neden var olduklarını kavramak ve onlarla nasıl geçinebileceklerini bulmaktır. Felsefe de buna ‘diğer zihinler sorunu’ denir. Her birimiz bu varoluşa tek başımıza gireriz ve bu varoluştan tek başımıza ayrılmak zorundayız. Fakat yine de sürekli olarak öyle ya da böyle etrafımızda başları da var. Varoluşçu açıdan bu, birbirimize ne kadar çok yaklaşırsak yaklaşalım, ben ile öteki arasında hiçbir zaman kapanmayacak bir boşluğun kalmaya devam edeceği anlamına gelir. Kendi otonomimizin varlığına dair farkındalığımız ile diğerleriyle beraber aynı dünyanın mensupları oluşumuz arasında her zaman bir gerginlik olacaktır. İnsanların genel çatışması bu sebeptendir. Diğerlerinden ayrılan bireyler olmaya çalışırken, aynı zamanda diğerleriyle kurduğumuz ilişkilerle bu ayrımı kapatmaya çalışırız. Varoluşsal anlamda yalnızlığımızın ise kalıcı bir çözümü yoktur. Bu yalnızlığı kabullenmek ve yalnızlıkla anlaşmaya varmaktan başka bir alternatif yolumuz yoktur. Hayatta karşılıklılığın zor olduğunu, terapiye ilişkilere zorluklar nedeniyle gelen insanların kalabalıklığından anlayabiliriz. İnsanlar terk edilme korkusu yaşadıkları kadar, diğer insanların var olma düşüncesinden de korkarlar. Varoluşçu terapinin merkezinde diyalog vardır. Diyalog sadece terapist ve danışanın arasındaki konuşmalar demek değildir. Diyaloğun hem mizacı hem de kalitesi terapinin etkinliğini belirler.
Heidegger, bir terapistin bir danışana, karşı alabileceği iki temel duruşu tanımlar. Bu duruşlar ‘üzerine giydirmek ve ‘ileri sıçramaktır.’ İçine atladığımız zaman kontrolü ele almış ve kişiye bir nesne olarak davranmış oluruz. İçine atlayarak danışanın hayattaki yönünü belirleyecek olan otonomisinin varlığını tanımış oluruz. İleri sıçradığımız zaman ise Heidegger’a göre, danışanın otonomisine saygılı olmuş sayılırız. Bu şekilde danışanlar için, sadece idrak edememiş oldukları ama içinde bulundukları şartların aslında gösterdiği bir geleceği görünür hale getiririz. Danışanların enerjik ve kendini tanımlayabilen, farkında olan potansiyellerini uyandırmalarına yardımcı oluruz. Bu birçok durumda danışanlar için alışıldık değildir ve kaygıya sebep olabilir. Bir danışan terapiye gelmeye neden devam eder? Danışanlar ancak terapi de kendilerini anlamaya birazcık bile olsa daha yakınlaştıklarını hissettikleri bir deneyim yaşayabilirlerse geri geleceklerdir. Bu ilk başta terapistlerin onları anladıklarını ve terapistleriyle bir çift olarak çalıştıklarını hissetmeleriyle gerçekleşir. Fakat bu yeterli değildir. Bunun yanında terapistlerin, hayatta yeni bir şeyi anlamalarını sağladığını ve bu anlama yetisini kazanmalarında yardım ettiğini de hissetmelidirler. İhtiyaçların netleştirilmesi ve iletilmesini öğrenme süreci, terapist tarafından başlatılmalı ve gösterilmelidir. Bu en etkili şekilde, terapi de ne sunulabileceği konusunda direkt ve gerçekçi olarak ve de danışanın kendi sorumluluğunu en kısa zamanda alabileceğine dair yetisine saygı göstererek gerçekleştirilebilir. Bu sebeple, her durumda, terapist direkt ve amaçsal olmalıdır ve terapistin yaptığı tüm müdahaleler fenomenoloji ilkesiyle uyumlu olmalıdır. Bu da varoluşçu terapistin, katı değil ama sistematik gevşek veya rahat değil ama hassas ve kuralcı olmadan net olması anlamına gelir. Her zaman danışan için tamamen orada ve hazır olmak, farkında olmak ve de kendi kavrayış kapasitemizi, kendilerini daha iyi anlamalarına yardın etmek için danışanın hizmetine sunmak temel olandır.
2.4.Varoluşçu Terapinin Temel İlkeleri
Varoluşçu terapi, genellikle dört ana temayı merkezine alır: özgürlük, ölüm, yalnızlık ve anlamsızlık. Bu dört temel çatışma, insanın yaşamı boyunca karşılaştığı en temel varoluşsal sorulardır ve bireylerin psikolojik sağlığı üzerinde önemli etkiler yaratır. Varoluşçu terapist, danışanına bu temalar üzerinden yaklaşır ve onun yaşamındaki anlam arayışını teşvik eder. Terapinin amacı, danışanın kaygılarıyla yüzleşmesini sağlamak, bu kaygıları anlamlı bir şekilde yaşamasına olanak tanımaktır. Bu süreç, danışanın kendisini daha derin bir şekilde keşfetmesini ve hayatındaki zorluklarla daha sağlıklı bir şekilde başa çıkmasını sağlar.

  1. Sonuç
    Varoluşçuluk ve psikoloji, insanı anlamaya yönelik farklı bakış açıları ve yöntemler sunar, ancak her iki alanda insanın yaşamındaki temel soruları ve kaygıları ele almakta ortak bir amaca sahiptir. Heidegger’in varlık anlayışı, varoluşçu terapinin temel ilkelerini oluşturmuş ve psikolojinin varoluşsal boyutuna önemli bir katkı sağlamıştır. Varoluşçu terapi, insanın içsel dünyasında derinlemesine bir keşif yapmasına olanak tanırken, aynı zamanda bireyin yaşamına anlam katmasına yardımcı olur. Bu terapi yaklaşımı, bireyi yalnızca bir hasta olarak değil, kendi varoluşunun farkında olan bir varlık olarak kabul eder ve onun kişisel gelişimini destekler. Bu makale, varoluşçuluğun temel ilkelerini, Heidegger’in felsefesinin etkilerini ve varoluşçu terapinin psikolojide nasıl yer bulduğunu derinlemesine ele alır. Her bir bölüm, varoluşçu düşüncenin psikolojiyle nasıl bir etkileşime girdiğini ve insanın kendini keşfetme sürecinde nasıl bir araç haline geldiğini anlatır. Heidegger hayatı boyunca sahici bir varlık anlayışını savundu. Geleneksel metafizik anlayışın bu sahicilikten uzak olduğunu iddia etti. Varlığı bütünüyle en somut bir şekilde hissetmeye çalıştı. Ona göre varolanı diğer varlıklarla olan bağlantısında ve insanla ilişkisi içinde sorgulama, varolanı bilmeye yol açan bir sorgulamadır. Bu bilme varlığın insanla bağını gerçekleştirmesine de olanak sağlar. İnsan varlığı, varlığın açıklığında açıkta durarak kendiyle bağını korumayı görev edinmeli, bu yüzden de varolanda oyalanmamalıdır. Bunun içinde düşünme daha düşünürce bir düşünme haline gelmelidir. Heidegger’a göre, dasein’ın varoluşsal analitiği, herhangi bir psikolojiyi, antropolojiyi ve hatta biyolojiyi öncelemektedir. Dasein literatürdeki anlamı olan ‘orada-varlık’ değil, aynı zamanda insan varoluşunu dünya içerisinde varlık anlamını yani varoluşun varlığa ve onun anlamına açık olmayı ifade etmektedir. İnsan dasein’ı belli bir anlamı oraya koyan ve asla nesneleştirilemeyecek bir alandır. Varlığın anlamını soran dasein ise, varoluşçu psikoloji de, varlığın anlamını insan kendisi bulacaktır.

ad826x90

Ayten TEKİN
Felsefe Grubu Öğretmeni ve Psikolojik Danışman

ad826x90

ad826x90
ad826x90
YORUMLAR

s

En az 10 karakter gerekli

Sıradaki haber:

Antalya’da Caretta Caretta Sahili Çöplüğe Döndü

HIZLI YORUM YAP